Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) İslami İlimler Fakültesi ile Afyonkarahisar İslami İlimler Derneği tarafından 28 Şubat Darbesi’nin Analizi konulu konferans düzenlendi.

İslami İlimler Fakültesi konferans salonunda gerçekleştirilen konferansta AKÜ Sandıklı Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu Müdürü ve İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Fişne, 28 Şubat Darbesi’nin Analizi konulu konferans verdi.

28 Şubat Darbesi’nin Refah-Yol Hükümetinin yıkılmasına yönelik bir darbe olduğunu söyleyen Fişne, “Bu darbeyi diğer darbelerden ayıran ve post modern ifadesini almasını sağlayan özellik ise Silahlı Kuvvetlerin doğrudan değil, silahsız güçleri kullanması.  Yani bu sefer ‘silahsız güçleri kullanacağız’ sloganı ile başlatılan bir darbe süreci oluyor” diye konuştu.  Darbenin başarıya ulaşması için medyanın yoğun bir şekilde kullanıldığını ifade eden Fişne, “Sadece siyasi bir sonuç elde etmek için yapılan bir darbe değildi bu. Aynı zamanda dini hak ve özgürlüklerin, başörtüsünün, sakalın, sarığın, kurban derilerinin istediği yere verilmesinin ve Kuran kurslarına gidilmesinin engellenmesi; imam hatiplerin ortaöğretimlerinin kapatılması gibi irtica adı altında bu topraklarda İslamiyet’in varlığına tahammül edemeyen Jakoben laiklik anlayışının aklına gelen her icraatı hayata geçirmesini amaçlayan bir süreç” dedi.

İktidarı değiştirmek için vesayet sistemi kuruluyor

28 Şubat Darbesi’ni anlamak için tarihsel arka planın iyi bilinmesi gerektiğini dile getiren Fişne, şunları kaydetti:

“Bunu anlamak için tarihsel arka planını iyi bilmek gerekir. Ziya Gökalp’in meşhur bir üçlemesi var. Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak şeklinde. O dönemde bunlar kendisine göre bir taban oluşturuyor ve siyasi mücadele başlıyor. I. Meşrutiyet ve II. Meşrutiyet, farklı grupların etkisiyle iktidara gelen farklı gruplar var. Milli Mücadele dönemine geliyoruz. Osmanlı Devleti yıkılıyor. Bu üç akım iş birliği yapıyor. İsmet İnönü ile Kazım Karabekir aynı amaç uğrunda çalışıyor. Ama Milli Mücadele sonunda meclisteki ikinci grup tasfiye ediliyor. Ondan sonra bu üç akımdan bir tanesini oluşturan Garplaşmak, Muasırlaşmak ve Batılılaşmak gibi isimlerle anılan batıcı Jakoben laikçi ve seküler yaşantısı olan kesimlerin iktidarı tek parti  kanalında ele geçirip diğer başka teşebbüslerine irtica bahanesi ile müsaade etmediler. 1946 yılında II. Dünya Savaşının bitmesinin ardından ister istemez bazı demokratik uygulamalara geçiş yapmak gerekiyor. Ama bu geçiş sonrasında da iktidar el değiştiriyor. Her ne kadar Batıcı elit bir tabakanın elinde olsa da yönetim, en azından Jakoben laiklik anlayışı değil daha liberal ve İslamiyet’e, inançlara saygılı laiklik anlayışı ile Demokrat Parti işe koyuluyor. 1960 darbesi oluyor. 1960 darbesi ve anayasası ile beraber artık sık sık darbelere şahit olmaya başlıyoruz. Bu darbeleri yapmamak için darbelerle iktidar değiştirmek yerine iktidar üzerinde kontrol mekanizması oluşturmak için vesayet sistemi kuruluyor. Bu vesayet sisteminde beklenen performans gösterilmediği her durumda askerler doğrudan devreye girmekten de çekinmiyorlar. Vesayetçi yönetim anlayışı ile ülkemiz 2000’li yıllara geliyor. 28 Şubat süreci bu anlayışın en radikal teşebbüsüdür. İslamcı bir iktidarı ortadan kaldırmak için atılan en radikal adımdır.”

28 Şubat Darbesinin sebeplerine değinen Fişne, “Darbe kültürünün varlığı hala hissediliyor. Her 10 yılda bir darbe oluyor. Vesayet sisteminin yeterli olmadığı her durumda darbeyle iktidarı ellerine geçirmek için yapılıyor. Bu vesayet sisteminde Cumhurbaşkanlığı, Milli Güvenlik Kurulu, Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere diğer yargı organları önemli kilit noktaları oluşturuyor. Yükseköğretim Kurulu da aynı şekilde önemli bir nokta. Diğer bir sebep ise Jakoben laiklik anlayışı Fransız Devriminden miras alınmış bir şey. Böyle bir ortamda tetikleyici olan şey İslamcı siyaset diyebileceğimiz Milli Görüş Hareketinin partilerinden bir tanesi olan Refah Partisinin iktidara doğru yürüyüşü olmuştu” ifadelerini kullandı.

18 Şubat 2020, Salı 633 kez görüntülendi